Sayfalar

Perşembe, Aralık 20, 2007

kıl'dan ince kılıç'tan keskin

- o kocaman sırat köprüsünü bu küçücük koyunun sırtında mı geçicez yani? çok komik yahu?
- kurbanın kendisiyle değil, onun nurundan yaratılan bir binekle geçeceksin çocuğum.

Bayramınızı tebrik ediyorum.


hamiş 1: bu bayram et yeme bayramı değildir. lakin başka zamanlarda et yiyemeyenler için daha bir bayramdır. hastayı, fakiri, yetimi sevindirelim.
hamiş 2: bayramlarda insanlar niçin tebrik edilir? çünkü bayramlar mağfiret ve füyuzatın en azami yaşandığı, meleklerin bayram sabahı bizi afv ile müjdelediği kutsal günlerdir. duadan azat tatil günleri değil, kabulün arttığı eşref zamanlarıdır. mübarek olsun..

Perşembe, Aralık 06, 2007

Yıldızların Altında Yalnızlık*


"Bu soğuk duvarlardan nefret ediyorum. Nefret etsem ne olacak. Bu duvarları yıkabilecek miyim?"
Hem o duvarları yıktığında altında kalmayacak mısın? Altında kalmasan bile, yağmurdan kim koruyacak seni? Soğuktan?
Ya yalnızlık. Belki de bütün bu riskleri göze aldıracak kadar büyük bir felaketti..
Kuşkulu bir aşk oyununu, sefil bir yalnızlığa tercih etmenin adı "kandırılmak" değil, bile bile ladesine gelmekti kaderin. Hani diyordu ya adam, "senin şu yalnızlığını gidersin de isterse bir kedi, bir köpek olsun ne farkeder ki".
Gecenin bir yarısı. Üstelik ürkütücü bir yağmurda çıka gelen ısrarlı sevgi sözlerine mantığı ne kadar anlamsızca bakarsa baksın, korkuları ne kadar büyük olursa olsun -ki baştan beri hep korkmuştu aslında- karşı koymayı istememek mi yanılgıydı. Yalnızlığın örselediği yüreğin ilacı, her nasıl atarsa atsın başka bir yürek olamaz mıydı?
Olamadı evet. Bu ani değişikliğin sonu hayra alamet olmasa bile, çölde susuz kalan, bulduğu suyun kirine pasına bakar mı? Su olsun da..
Necip Fazıl kırk günlük hücre hapsini anlatırken şöyle der: "... odamda hiç olmazsa bir gardiyan, terbiyle bir mahkum, herhangi bir insan, canlı bir mahkum yatırılması için ettiğim müracaata, şu cevabı vermişlerdi:
-Ne o korkuyor musunuz yoksa?
Onlarak diyememiştim ki:
-Hayır, anladığınız manada korkmuyorum. Kendimden, şu gördüğünüz kemik mahfazadan, kafamdan bu kayanın kendi içine doğru dönüp batmasından korkuyorum!"
O yalnızlığın beynine battığı bir iç kanamayla değil, sezgilerinin ısrarla yanlış yaptığını söylediği halde yalancı bir sevginin zehiriyle öldü.
Katil oldu. Çünkü öldürdüğü kişi, ona kötülük yapan değil, ona yeniden yalnızlığı bırakacak olan kişiydi. Bundan daha büyük değildi, diğer bütün kötülükleri.
Hayat değiştikçe, gayr-ı meşru görünenin kendi içindeki meşruiyetini farkediyorsunuz. O zaman şöyle bir ikilem de yaşamıyor değilsiniz: Bunu meşru gösteren çok yönlü görebilmek mi, yoksa tamamen bir yozlaşmadan mı ibaret.
Artık doğruyla yanlışın birbirinden ayırt edilemeyecek kadar iç içe girdiği bir çağda yaşıyoruz. Yaşam ne kadar kolaylaştı ve hayat ne kadar zor artık.

*Bugün gittiğimiz oyunun akla getirdikleri.

Hamiş 1:
Oyun
: Yıldızların Altında Cinayet (Şehir Tiyatroları)
Yazan: Elçin Efendiyev
Yöneten: Melahat Abbasova
Oyuncular: Elçin Altındağ (Kadın), Emrah Özertem (Delikanlı), Ezgi Sümer Yolcu (Komşu Kadın), Nevzat Çankara (Komşu Adam), Radife Baltaoğlu (Öğrenci Hasanzade’nin Annesi)

Hamiş 2: Delikanlı rolündeki Emrah Özertem'in oyunculuğunu daha çok beğendim. Kostümler kötüydü. Sağdaki masa ve sandalye dekoru, sağ taraftaki izleyicinin görüşünü engelliyordu (yani bizim). Önümde oturan yaşlı amca: alacağın olsun.
Kadına kaba saba davranıldığı ve ortada acı çeken biri olduğu halde kahkaha atan lise gençliğine hitaben: "siz ne anlarsınız ki!".

Hamiş 3: Teşekkürler