Sayfalar

Pazar, Nisan 30, 2006

Şehir Tiyatroları Bahar Sezonunu Kapattı(k)

Bugün itibariyle Şehir Tiyatroları bahar sezonu kapandı.
Ben de kapanışı Fatih Sahnesinde
Mary Stuart isimli oyunla yaptım.
İktidar mücadelesi, realist ve duygusuz İngiliz Kraliçesi Elizabeth ile idama mahkum ettirdiği hassas ve zarif kuzeni İskoç Kraliçesi Mary Stuart. Katolik ve Protestan karşıtlığı. Erkek egemenliğine atıflar.


Stefan Zweig şöyle söylemiş: "Bir bakıma ikisi de kazandı: Gerçekliliği ağır basan Elizabeth siyaset tarihinde, romantik Mary ise gönüllerde, edebiyat ve tiyatro eserlerinde."
Oyunun beğenmediğim tarafları:
1- Kullanılan dil ile oynun geçtiği zaman/mekan biraz sırıtmaktaydı. Ya da kısaca kötü bir tercümeydi..
Dört kişilik bir oyunda, anlatımın iki oyuncuya yüklendiğini ve iç dünyalarının ön planda olduğunu düşünürsek, dilin bütün imkanları kullanılmadıkça, orjinal bir tablonun taklidini seyretmekten öte haz alınamaz diye düşünüyorum. Öyle de oldu..
2- Dekor kötüydü. Boğuk. Herşey üst üste. Hatta oyuncuların oraları buraları takılıp durdu. Hızlı hareket ettiklerinde düşücekler diye endişelendim.
Mary'in içine girip çıktığı dolap sanırım bir imgeydi. Fakat tam imgelenemediğini düşünüyorum. Şöyle olabilir mi:

Kadın-meta ilişkisi. Estetik-kadın-esaret ilişkisi..
3- Mary'i oynayan oyuncunun -ki olay bu şahsiyet üzerine kurul- zaman zaman dili sürçmekteydi. Mimikler ve jestler güzeldi fakat Nazan Öncel tabiriyle: "Görüntü var ses yok" diyebilirim. Cümleler boğuk ve ifadeden uzak.. Sonlara doğru iyi gibiydi.
Elizabeth (Ayça Telırmak)'e diyeceğim yok. Karakter oyuncu bütünlüğü çok başarılıydı. Ayrıca erkekler ve evlilik hakkındaki yorumlarına bayıldım.
Oynun seyirciye verdiği mesaj ince ince düşünüldüğünde güzel aslında: Ne olursan ol, kadınsın. İster kraliçe, ister hizmetkar.. Zaman zaman bunu yakalamak keyifliydi.


Elizabeth evlenmek isteyen nedimesine haykırır:
- Ben seni iki efendiden kurtarmak için yanıma aldım.
- Ben çocuğum olsun istiyorum.
- Oysa ben seni efendilerden kurtardım. Senin sevdiğim bu saltanattı..
..
- Bir sabah uyandığında 100. defa aynı kişinin nefesini hissedip, ayak kıllarının sayısına varasıya her şeyini öğrendiğinde nasıl da pişman olacaksın.
..
- Efendim Lord Robert yerine beni kapatın kuleye!
-Sizi ayırırsam aşkınızı alevlendirmiş olurum ki bu işime gelmez. Oysa sizi hep bir arada tutarsam birbirinizden bıkacaksın. O zaman bana gel güzel Lettice, sana Lord Robert'in hiç görmediğin yönlerini anlatayım da gül..
..
- Gözlerime bak Nanny, nasıllar?
- Gözleriniz.... güzel efendim.
- Şehvetli demeyi unuttun.
- Ama ....... bence kararlı..
- Ne yani bana iyi bir kadın olamadığımı mı söylüyorsun Nanny. .. Yalan söylemeyi becermelisin. Çünkü bana itaatin yalan söyleyebilme kabiliyetinin büyüklüğü demektir..
..
(Elizabeth)
-Vücudumun hiç görmediğim yerleri var. Yıkanırken bile yanımda 4 kadın. Vücudum gitgide değişiyor ve ben nasıl değiştiğini bilmiyorum bile.
..
(Elizabeth)
-Lordlarım, benim evlenip çocuk sahibi olmamamdan dolayı rahatsızsınız biliyorum. Unutmayın ki benim kocam İngiltere, çocuklarımsa bu ülke için yaptığım işlerdir.
..
-Size son kez söylüyorum, tahttan vazgeçin; kadınsınız, sadece iyi bir anne olmayı düşünün..
..
-Mary'den iyi bir kraliçe olamaz. Entrikalar çevirecek hayal gücünden yoksun..
(Aynen yazamadıysam da hafızamda kalanlar)


--

Bu sezon unutamadığım oyunsa Nazım Hikmet'in kaleminden çıkan
Ferhat ile Şirin
Koreografi, replikler harikaydı.


İlk Nisan Yağmuru.. (Mor salkımlar unutulmadı)

Nisanın son günlerinde nereden çıktı bu "nisanın ilk yağmuru" diye geliverebilir akla. Lakin "köy hesabı" diye tabir edilen eski takvime göre bugün İstanbul'a düşen yağmurlar nisanın ilk yağmuruydu.
Ebr-i nisan bereket ve şifa addedilir.
Rivayet edilir ki; yılan ve sedef nisan ayında yağmurla gıdalanır ve bu yağmurla birinin karnında inci, diğerininse zehir oluşur.
Bugün nisan yağmurlandım. Ne zehir, ne inci. Şifaen ve zevken. Fakat erguvan seyrini daha güneşli bir güne bırakıp -biraz geç de olsa- seneler önce Halide Edip'in kitabından merakla keşfettiğim morsalkımların hatrını sormaya gittim. Yılda iki kere açan bu güzel çiçek gölge yerleri sever. Utangaç olmasına mukabil son derece alımlıdır.
Veznecilerden Süleymaniye'ye giderken küçük bir kemerin altından geçtiğinizde sağdaki yüksekçe eski duvarı boydan boya işgal etmiş mor salkımları görürsünüz. Diğer keşfim Süleymaniye Kütüphanesi'nin ortasında bulunan minik ama pek de mütevazı olmayan bahçenin cephe duvarındadır ki ihmalime gelmezse gidip görülecek inşallah.
İstanbullu olmak kuru kuruya bir şehil sevgisinden ibaret değildir.. Ehline..

berceste:
Ey Necâtî kilk-i gevher-bârına kıymet mi var
Dürr olur her katre kim ol ebr-i nîsân yağdırır

hamiş: Ali Sarı ve eşrafına özendim ve ben de böyle ufak notlar almaya karar verdim.

Cuma, Nisan 28, 2006

İstanbulluyum Diyenler İçin Derkenar-ı Mühim


Lale seyri bitti, erguvan seyrine çıkılacak. Yarın Kireçburnu'nda erguvan şenliği var. Gidemeyenler üzülmesinler, boğaz boyu erguvan yangını..


Hiç birini görme imkanım yok diyenler için:


http://www.agaclar.net/gallery/album.php?id=563


Doyumsuzluk..

Bir çok blog sitesi var ve hangisini görsem bir yönünü beğeniyorum. Karar kılmak lazım.

Salı, Nisan 18, 2006

Waldo Sen Neden Burada Değilsin?

Thoreau, ABD'nin Meksika'ya karşı yürüttüğü emperyalist savaş sırasında konan nüfus başına vergiyi «ödediği dolar bir adam öldürmek üzere, başka bir adam veya tüfek satın almaya yaramasın» gerekçesiyle vermeyi reddedince bir gece hapiste yattı. Kendisinden ondört yaş büyük olan ve bir çok özgürlükçü düşünceyi kendisiyle paylaşan Ralph Waldo Emerson telâşla arkadaşını görmek üzere onun hücresine girdiğinde aralarında şöyle-bir konuşmanın cereyan ettiği anlatılır:
«– Henry, neden buradasın?»
«– Waldo, sen neden burada değilsin?»

İktibas: İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin?