Sayfalar

Salı, Ağustos 29, 2006

Muhammes

Bu gülistânda benimçün ne gül ne şebnem var
Bu çârşûda ne dâd ü sitem ne dirhem var
Ne kudret ü ne tasarruf ne bîş ü kem var
Ne kuvvet ü ne taayyün ne zahm ü merhem var
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var


Bu kârhânede bir başka kâr ü bârım yok
Ne varsa cümle anındır bir özge vârım yok
Cihâna gelmede gitmekde ihtiyarım yok
Benim benim diyecek elde bir medârım yok
Bu kârhanede bilsem neyim benim neyim var


Vücûd âriyetidir hayât emanetdir
İbâde dâ’i-i mülk iddiâ-yi şirketdir
Kulun vazîfesi teslîmdir itâatdir
Bana kulum dediği lütfdur inâyetdir
Bu kârhanede bilsem neyim benim neyim var


Benim fakîr-i tehî-dest cûd Hakkındır
Adem benim sıfâtımdır vücûd Hakkındır
Zuhûr ü hesti vü bûd ü nebûd Hakkındır
Temevvüc-i yem-i gayb ü şühûd Hakkındır
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var


Teayyüşüm kerem-i sofra-i atâdandır
Teneffüsüm nefes-i rahmet-i Hudâdandır
Vezâifim der-i in’âm-i Kibriyâdandır
Revâtibim ni’am-i matbah-ı kazâdandır
Bu kârhanede bilsem neyim benim neyim var


Nasîbsiz alamam rızkı huşk ile terden
Ne asumân ü zeminden ne bahr ile berden
Gelir mukadder olan denlü nukre vü zerden
Ziyâde kabzedemem rızkımı mukadderden
Bu kârhanede bilsem neyim benim neyim var


Sabâhı şâm ü şeb-i tîreyi nehâr edemem
Hevâyı ateş ü âb âbı hâksâr edemem
Sipihri sâkin ü kûhsârı bîkarâr edemem
Hazânı kendi murâdımca nevbahâr edemem
Bu kârhanede bilsem neyim benim neyim var


Tecelliyât-i Hudâdır açılsa çeşm-i şuûr
Tasavvurât-i avâlim teceddüdât-ı umûr
Bürûz-i genc-i hafîdir bu lücce-i pür-şûr
Bu kârü bâr-ı İlâhî bu tumturâk-ı zuhûr
Bu kârhânede bilsem neyim benim nem var


Gehi tehî vü gehî pür hazâin-i imkân
Suver-nümâ-yı nevîn şişe-hâne-i devrân
Garîb meyve-feşânlıkda Nâbiyâ her ân
Bu köhne bağ-i perîşân hevâ-yı ru-be-hazân
Bu kârhanede bilsem neyim benim neyim var


Perşembe, Ağustos 24, 2006

Geçmiş Zaman Oldur ki

Fatih Sultan Mehmed
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
28 Mehmet Çelebi
Makbul İbrahim Paşa
Dall Mehmed Çelebi
Lala Hasan Paşa
Hürrem Sultan
Kösem Sultan
ilh..

Peki ya siz geçmiş zamanda yaşasaydınız lakabınız ne olurdu?

Cumartesi, Ağustos 12, 2006

BİR BEYAZ KAĞIDA NE YAPILABİLİR*



kötü ışıkladındırılmış bir vitrin var. içeride sadece ölü çocuk olmasını umursayan müşteriler var. dışarıda sadece çoğu arap çoğu türk çoğu insan yani eninde sonu hep insan var. ramallahta ali var, ustamın kızına bakarım diyen şair var. o topraklara öyle yakışır ki top mermileri, geceleri gökyüzü ışıldar, gündüzleri bir sürü şiir var. gündüz de olsa, gece de olsa hanzala var. bir tek hanzala var. o cesetlerin bizim için önemli olması sadece çocuklara ait olduğundan mıdır nedir, çok çocuk cesedi var. o çocuklar yerine babalarını defnetseler iplemeyecek dimağlar var.


savaş var. ölü var ve de ölüm var. ölümden korkmayan insanları anlamaya çalışmadım hiç. olur ki anlarım diye korktum. olur ki ben de korkmam ölümden. insan bence korkmalıdır ölümden. korkmalıdır ölmekten. korkusuna rağmen göze alacaksa işte o zaman almalıdır. bir ayağı diğerinden kısa olduğu için değil, bir ayağı diğerinden kısa kalacak olsa da, yani bu kısalığa rağmen koşmalıdır yada koşmaktan korkmalıdır.

savaş var, ölmek var. izleyen var, seyreden var. yavşak sağcılar var, içinin yandığını söyleyen koca götlü solcular var. severadım koşan çocuklar da var ama. bir hanzala var sadece. bir hanzala var koskaca savaşta yıllardır dik durabilen.

büyükelçilerimiz var, dahası devletimiz en büyüğü var. evet var. cephedeki siyonist askerleri besleyen ay-yıldızlı kimlik taşıyanlar da var. arkadaşlarımız var, ay-yıldızın ne anlama geldiğini bilmeyen arkadaşlarımız var. bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır dizesini yanlış anlayan ahmak arkadaşlarmız var. rengini şehitlerin kanından almış bir bayrağı, üzerine çocukların ve kadınların ve babaların dahası masumların kanlarıyla birlikte arkadaşlık adına aynı yere dikenler de var. birlikte yemek yiyenler var, devletimiz var çok şükür, devletimizin büyükleri de var hamd olsun.

ve fakat bütün raslantıları reddeden hanzala var. yaralı yarasız sevdaları var. bir beyaz kağıt var sadece dimdik durabilen, bir beyaz kağıt var bir mucizeyi anlatan. en büyük kahramanı bir beyaz kağıt üzerindeki karikatür olarak duran bir halkın ölüleri elbette çocuklar olacaktır, bunu bilmeyenler var. var. var.

sokaklarımıza ne kadar sevdiğimiz adamlar varsa onların isimleri verdik. sevdiğimiz çok adam var. hiç bir şey alıp hiç bir şey veren adamlarımız var. onların her sokakta ismi var.sırtını israile değil adı ahmet olanlara, mustafa olanlara, recep olanlara, nejdet olanlara, yusuf olanlara dönen bir hanzala var. bize dönen hanzala var. çocuklar var diye dövünen yeni yetme gençler var. sayfalarına ölü çocuk fotoğrafları koyarak tatmin olan bloggerlar var, hiç bahsetmeyenler de var. israil türkiye parlementolar arası dostluk derneğine meclisin yarıdan fazlası üyeydi ve bir kısmı geçen hafta içinde istifa etti. ama hala üye kalmayı tercih edenler var. bu zulum bu sevda bitmez diyen ahmaklar var. kentlerde hukuk okumaya, memleketi kurtarmaya gelmişler var. hanzala var ama sadece. sadece sırtını dönen bir kahraman var.

kendine ait değil, başkalarının küfürlerini mırıldanan dudaklar var. kendi aşkını değil başkalarının sevdalarını yaşayan kalpler var. kendi acısını değil başkasının derdini sızlayan yürekler var. şimdi başkalarının değil, kendi duruşunuzun nasıl olduğunu merak ediyorum. başkalarının vitrininden aldığınız sloganları değil, gözlerinizin çektiği fotoğrafları merak ediyorum.

soru şu: bir beyaz kağıda ne yapılabilir?

bir balon çizilebilir, bir uçak yapılabilir, belki bir uçurtma, bir mektup da yazılır aslında, ya da bir karikatür. artık sizin elinizden ne geliyorsa...

beyaz kağıtlarınızı yada anlatımlarınızı bekliyorum.

*Faruk Bey

.

Perşembe, Ağustos 03, 2006

Bir Var Bir Yok


Bende Mecnun'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var
Âşık-ı sâdık benem Mecnun'un ancak adı var
(Fuzuli)

Gerçek hadîs imiş bu kim hûbun vefâsı yok
Kim sevdi hûbu kim dedi hûbun cefâsı yok
(Nesimî)


1. beyit:
Bende Mecnun'dan daha fazla âşıklık kabiliyeti var.
Asıl sâdık âşık benim, Mecnun'un sadece (olsa olsa) ismi var.

2. beyit:
Gerçek bir haber duydum ki (sahih hadise atıf) sevgilinin vefası yokmuş.
Her kim güzel sevdiyse (bilsin ki); güzelin bir eziyeti yoktur.
Burada şöyle bir açıklama getirmek istiyorum: Önceki beyitte vefası yok derken, sonrakinde cefası yok diyerek, kendi sözünü tekzip etmiş. Yani demek istiyor ki: sevgili vefasız da olsa, onun kötü gözle bakması bile âşık için bir iltifattır. Sevgili kızsa âşık gücenmez, yüz vermese, bu âşık'ın ona olan sevgisini arttırır. Bu yüzden güzele seven için, çektirdiği hiçbir şey eziyet olamaz.
(Başka bir bakış açısıyla: Cemal-i ilahiye ulaşmak isteyen kişinin dünyadaki eziyet ve cefalara sabrettiği, "Haktan geldi, çekeriz" hükmünce sabrettiği ifade edilmektedir.)

Ayrıca ikinci beyte şöyle bir virgül koyarsak mana değişir:
"Kim sevdi hubu, kim dedi hubun cefası yok"
Güzeli hakiki manasıyla sevebilen var mı? (Hem) Kim dedi güzelin cefası yok. Onu bulmak, ona ulaşabilmek adına çekilen eziyetler cefa değil midir? (Burada tasavvufi bir mana çıkarabiliriz. Mürid'in seyr-i süluk yolunda çektiği eziyet, aşk..)


Çarşamba, Ağustos 02, 2006

Yine Yeşillendi Fındık Dalları

Şu sıralar haberlerde Orta Karadeniz halkının protestolarını görmekteyiz. Etliye sütlüye karışmayan, zamanı geldi mi fındığını toplayan üretici Zapsu'nun maketini yakacak, slogan atacak, yürüyüş düzenleyecek kadar sinirli.
Her sene fındık fiyatları bir polemik olmuştur zaten. Fakat bu sene fiyatların bu kadar aşağı düşürülmesi bardağı taşırdı.
Karadenizli olmayan fındık ihracatcısı Zapsu, "aganigi-naganigi" reklamlarıyla takdirleri toplamışken, şimdilerde bu fiyat meselesinin kötü adamı konumunda.
İnşallah fiyatlar yükselir. Eh ne de olsa bizim de evimizin önünden itibaren her taraf alabildiğine fındık bahçesi. Tabi yanlış anlaşılmasın, kendimden önce çiftçileri düşünüyorum. :p
Samsun'a son gidişimde (önceki hafta) taze fındık yedik. Özlemişim. Bu da ayrı bir tartışma mevzuudur. Giresunlu bir arkadaşım: "Fındık taze yenmez!" deyip durur. Elbette fazla yenilirse mideyi ve bağırsakları bozuyor ve lakin taze fındık gibisi de yoktur. Kurusundan daha çok severim. Kendisi bölgesel fındık üretimi açısından bizden daha kıdemli olduğu için sözüne itibar etsem de taze fındıktan vazgeçmem. Tavsiye bile edebilirim. Yiyin gaari..
Hele o fındık harmanının ortasına oturup yemesi gibi yokdur.
Toplamaya sıra gelince; eğer kafadar bir grup insan varsa çok eğlencelidir. Bir iki kişi dalları silkeler, diğerleri yan yana sıra halinde toplarlar fındığı. Bir kişi mütemadiyen kabları çuvallara boşaltır. Radyo varsa arkası yarın, yurttan sesler korosu vs. dinlenir. Yoksa biri başlar türkü söylemeye diğerleri eşlik eder. Arada fıkralar anlatılır, fındık toplama yarışı yapılır. Kardeşim gibi bir cani varsa, civardaki yılan, kertenkele, farelerin canına okunur.
Sonra şırıl şırıl derenin yanına gidilip, yere örtülen büyükçe bir kilime yemekler dizilir. Yenilir içilir. Hatta derenin o harika sesi eşliğinde hafif de kestirilir.
Akşam ezanına kadar çalışmaya devam edilir. Arada bir de sakalar çay getirdi mi deymeyin keyfe.
Sonra toplanan fındıklar öküz arabasına konulur. Gıcırtılı seslerle giden çuvalların tepesine oturulur. Öküzlerin o kadar yükü nasıl çektiğinin felsefesi yapılıp, ilk 20 m.de arabadan inilir. (tabi bu eskidendi, şimdi avluda süsten başka bişey değil o emektar araba. Traktörler sağolsun)
Yine yeşillendi fındık dalları ve ben köyümü özledim.

Salı, Ağustos 01, 2006

Kültürümüzün Bakanlığı

Biliyorsunuz kültürümüze sahip çıkan (!) bir bakanlığımız var. Yalnız değinmek istediğimkonu sahip çıkıyor mu çıkmıyor mu değil.
Kültür bakanlığının yayınlarıyla ilgili birşeyler yazmak niyetindeyim.
Sevgili pek muhtereme sanatkar ablamla ne zaman Babıali yokuşunu arşınlasak, uğramadan edemediğimiz yerlerden biri de Dösim'dir.
Özellikle mimarlık ve sanat tarihi, şehir kitapları hoşuma gider Dösim'in. Bir ara isimleriyle şehir kitapları vardı hatta. Daha neler neler vardı ya..
Ne zaman gitsek, elimiz boş çıkmazdık.
Son gidişimizde ise bazı değişikliklerle karşılaştık. Farklı yayınevlerinin kitapları konulmuştu raflara. İyi güzel.
Fakat K.B.nin kendi yayınlarından Balkan ve Kafkas edebiyatına dair eserler, tanıtım kitapları, ansiklopedik eserler vs. dışında birşey yoktu.
Görevlilere sebeb-i hikmetini sordum. "Bundan sonra böyle" dediler.
Osmanlı Döneminde İstanbul Deniz Ulaşımı ve Kayıkçılar isimli bir kitap alabildim sadece. Onca kıtlığa rağmen yine de kar.
Burdan, Kültürümüzün Bakanlığının yetkililerine sesleniyorum: Eskiden olduğu gibi güzel kitaplar neşredin lütfen..!

Hamiş: Hangi şehre gezmeye giderseniz gidin, K.B. yayınlarını satan bir yer muhakkak olur. Mutlaka gitmenizi tavsiye ederim. Büyük şehirlerde kitap kurdu çok olduğundan güzel kitaplar tükenirken, Anadolu'da bazan çok güzel şeylerle karşılaşıyorsunuz. Samsun ve Rize'de bizzat yaşamıştım. Ehline..