Cuma, Mayıs 29, 2009
Her Yiğidin Bir Öğrenme Stili Vardır
Nasıl bir öğrenme stiline sahipsiniz?
İki senedir, ikinci ihtisas alanım pedagojiyle aramızdaki buzları eritmeye çabalıyoruz. Sanırım bunu yavaşlatan başlıca âmil garip terminolojisi. Bir bilim dalının terminolojisini kendi diline adapte etmeye kalkışırsan bazı şeyler eğreti durmaya başlıyor. Mesela "dönüt"...
Mecburen bu garip tarzdan nasibimi almış durumdayım. Dolayısıyla, aynı yöntemle devam edecek bu yazı.
Konumuz öğrenme stillerinden biri. Araştırmacılara göre öğrenme, kişilikle doğru orantılı. Kişinin hayatı algılaması, bakış açısı öğrenme stilini doğrudan etkilemekte.
Öğrenme stilleriyle ilgili bir takım kuramlar geliştirilmiş. Bu kuramlar önce kişiliğin ağırlık yönünü ortaya koymakta, sonrasında ona uygun öğrenme stillerini tespit etmekte.
Burada üzerinde durmak istediğim David Kolb tarafından geliştirilen Deneysel Öğrenme Kuramı (Experiential Learning Theory). Kolb, öğrenmenin zihinsel veya duyuşsal yönde gerçekleştiğini savunmakta. Öğrenme stillerini bir çember üzerinde açıklayarak güzel bir saptama elde etmiş. Kişilerin bu diyagramın neresinde yer aldığı belirlenerek eğitimleri de o stille gerçekleştirilmekte. (Bu diyagramı hazırlarken Piaget'nin bilişsel gelişim modelini temel olarak kullanmış)
Bu manada dört çeşit öğrenme biçimi bulunmakta.
Şemayla birlikte verilen biçimlerinin yapısı şu şekilde:
Somut Deneyim (Concrete Experience)/ (Hissederek): Yeni bir deneyim edinmeye ve hissetmeye dayalı bir öğrenmeyi içermektedir. Bunlar, sosyal ortamlardan ve gerçek olayların içinde bulunmaktan mutlu olurlar. Yeni görüşlere açık, inceleme yapmayı seven kişilerdir.
Yansıtıcı Gözlem(Reflective Observation) / (İzleyerek): Gözlem ve yansıtma etkinliklerine temel oluşturan fikrî gözlemi benimsemiş kişiler, olayın özünü kavrama, fikirlerin oluşmasında kendi düşünce ve duygularına güvenme, sabırlı ve tarafsız olma, dikkatli düşünerek karar verme ve olaylara değişik açılardan bakabilme konularında başarılıdırlar. İzleyerek ve gözleyerek öğrenme baskındır.
Soyut Kavramsallaştırma(Abstract Conceptualization)/(Düşünerek): Düşünerek öğrenme temelli, soyut kavramsallaştırmada, daha önce edinilen gözlemleri açıklamak için kuramlar geliştirilir. Bu aşamada düşünce ve olayların mantıksal analizini yaptıktan sonra hareket geçme, başka bir ifadeyle öğrenme söz konusudur.
Aktif Deneme (Active Experimentation) / (Yaparak): Aktif deneme stiline sahip kişiler, çevreleri üzerinde etkili, risk alma konusunda duyarlı, başladıkları işe veya hedefe odaklanabilen, başarılı ve yaparak öğrenmeye yatkındırlar.
Bu öğrenme biçimlerinden hareketle dört çeşit öğrenme stili orataya çıkmakta. Kişi birden fazla öğrenme stili özelliklerine sahip olabilir. Fakat bunlardan sadece birini taşıyorsa, bu kişinin baskın öğrenme stilini ortaya koyar.
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Dönüştürücü (Converging):
Soyut kavramsallaştırma+aktif deneme
Sorun çözme, karar verme, düşüncelerin mantıkî analizlerini yapma, sistematik planlama konularında başarılıdırlar. Pratik çözümler üretirler. Yaparak öğrenme eğilimindedirler ve ilgi alanları sınırlıdır. Nesnelerle uğraşmayı severler. Özellikle uzmanlık ve teknolojik mesleklerde bu öğrenme becerileri önem taşır.
Ayırt Edici (Diverging):
Somut Deneyim+Yansıtıcı Gözlem
Duyarlıdırlar. Olaylara bir çok açıdan yaklaşırlar ve öncelikle veri toplamak için gözlem yaparlar. Farklı fikirler üreterek bunların üzerinde yoğunlaşmayı severler. Sabırlı ve dikkatlidirler. Tarafsız karar almada başarılıdırlar. İyi özet ve sentez yaparlar. Empatileri gelişmiştir. Üretken ve sosyaldirler.
Özümleyici (Assimilating):
Soyut Kavramsallaştırma+ Aktif Deneme
Geniş kapsamlı bilgileri anlayarak, mantıklı bir bütün haline getirir ve kavramsal modeller ortaya koyabilirler. Duygular yerine, soyut düşünce ve kavramlar üzerinde yoğunlaşırlar. Çoklu fikirler üretirler. Mantıklı ve sistematiktirler. Bilimsel kariyer açısından bu öğrenme önem taşımaktadır.
Uyum Sağlayıcı (Accomodating):
Somut Deneyim+Aktif Deneme
Panlar yapıp, kararlar uygulama ve yeni yaşantılar geçirme konusunda başarılıdırlar. Değişime çabuk ayak uydurabilen ve açık fikirli düşünebilen kişilerdir. Sezgileri güçlüdür, esnek, pragmatik ve fevri hareket edebilen kişilerdir. Eylem ve girişim gerektiren konularda bu öğrenme stili önem taşır.
Pazartesi, Mayıs 25, 2009
Filmin Sonunun Sonu, Yan Kesicilerin Atası 300 Spartalı
-...Önce öğrenmek istediğim bir şeyler var. Dostlarım, şu Atina denen yer nerede, hangi bucakta?
- Ta uzakta batıda, Kral Güneşin göçtüğü yerde.
Persler, Aiskhylos (tragedia)
- Ta uzakta batıda, Kral Güneşin göçtüğü yerde.
Persler, Aiskhylos (tragedia)
Tarih hep bir şekilde tekerrür edip dururken, meydanlarda kazanılamayan zaferlerin yaraları da sinema salonlarında sarılıyor.
Pearl Harbor sanırım buna en iyi örneklerden biri. Ne var ki tarih bu kez sinema sahnesinde tekerrür ederek, yılın en kötü oscarlarına aday olmuştu bu film.
Batı dünyasının, 2500 yıl önceki bir Doğu zaferinden mülhem çizgi romanı, büyük bir kahramanlık destanı diye sunduğu, seyircinin de afiyetle yediği bir başka filmse 300 Spartalı.
Her ne kadar filmde Leonidas'ı tanımış olsak da Spartalıların asıl renkli siması kanun koyucuları Lykurgos'tu. Yine filmden hatırlanacağı üzere Spartalılar küçük yaştan itibaren sıkı bir eğitim ve disipline tabi tutulmaktaydılar. Bu eğitimle ilgili olarak Lykurgos'un geliştirdiği bir yasa vardı.
Spartalı çocukların yiyecek çalmalarına müsamaha gösterilecekti. Yani hırsızlık yapabileceklerdi. Hatta yiyecek çalmak, çocuk için onurlandırıcı bir sabıkaydı. Lykurgos'a göre hırsızlık yapma beceresini kazanan bir çocuk, yiyecek bulma konusunda kendini geliştirdiği gibi, bu yolda yaptığı hileleri savaş meydanlarında da tatbik edebilecekti.
Filmin sonunun sonu gelecek gibi değil. Bir tür kısır döngü.
300 Spartalı filminde, Atina'yla ittifak halinde olan Leonidas'ın Thermopylai geçitini tutması anlatılıyordu. Tabi Persler onları ezip geçmekle kalmamış, sonra gitmiş Atina'yı yerle bir etmişlerdi. Daha sonra Spartalılar Atinalılarla bir olup Perslileri püskürtüp zayıflatmıştı. Fakat bu sefer Atinalılar, müttefikleri Spartalılar üstünde hegemonya kurmaya kalkışınca aralarında yıllarca süren Peleponnesos Savaşları gerçekleşti. Bilin bakalım bu sefer Spartalılar kimlerle müttefik oldu?
Tabi ki Persler. Yazık değil mi 300 Sparta gencine?
Evet. Tarih ne kadar da tekerrürlerle dolu.
Çarşamba, Mayıs 20, 2009
Salı, Mayıs 12, 2009
Kore'de şehit vermemize sebep olan Ermeni tercümanlar
Los Angeles'ta yapılan bir anma toplantısında, Türklerin Kore'de büyük kayıplar vermesinin nedenin Amerikalıların görev verdiği Ermeni tercümanlar olduğu iddia edildi.
Cumartesi, Mayıs 09, 2009
Mesir Macunu Efsanesi ve Tarihi Gerçekler
Bilindiği üzere her sene Nevruz'da Manisa Sultan Camii avlusunda törenlerle halka mesir macunu dağıtılır.
Sultan Camii, Kanuni S. S.'ın annesi Hafsa Sultan tarafından 1522 tarihinde yaptırılmıştı. Cami, imaret ve hangah'ı yaptıran Hafsa Sultan, burada hem hangahı yönetmesi hem de dini bir atmosfer oluşması için Sümbül Sinan Hz.lerinden bir talebesini göndermesini rica eder. Bunun üzerine Merkez Efendi Manisa'ya gider ve burada hizmet etmeye başlar.
Hikayenin bundan sonrasında halk arasında yaygınlaşan bir çok eklemeler vardır.
Şimdi bunlardan bahsedelim:
Hafsa Sultan, bu eserlerinin yanında bir de bimarhane yaptırır. Merkez Efendi bimarhanenin başına getirilir. Hafsa Sultan amansız bir hastalığa yakalanınca, Merkez Efendi, darüşşifadaki delilerle 41 çeşit baharattan oluşan bir macun hazırlar. Macunu yiyen Hafsa Sultan, şifa bulur.
Artık o günden sonra mesir meşhur olur. Her türlü hastalığa devasının yanında, yılan akrep gibi hayvanların sokmasına da mani olmaktadır.
Bu şekilde şöhret bulan hikaye, dilden dile yayılır. İnsanlar, Nevruz günlerinde, civar şehirlerden Manisa'ya gelip macundan kapma telaşına düşer.
Şimdi gelelim işin aslına:
Manisa Hafsa Sultan Bimarhanesi, her ne kadar Hafsa Sultan adıyla anılsa da, kendisinin vefatından sonra Sultan külliyesine bir ilave olarak Kanuni tarafından yaptırılmıştır. Merkez Efendi ise, bimarhanenin inşasından on yıl önce, hocasının vefatı üzerine İstanbul'a gitmiştir.
Dolayısıyla, Hafsa Sultan'a, delilerle birlikte mesir macunu hazırlamış olması gibi bir durum söz konusu değildir.
Zaten daha önce de belirttiğim gibi, bimarhane, delilerin tedavi gördükleri yer değildir. Nitekim, Hafsa Sultan Bimarhanesinin vakfiyesinden de buranın her türlü hastanın tedavi edildiği bir hastane olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer yandan arşiv belgeleri, hastane kadrosunda Merkez Efendinin yer aldığını göstermemektedir.
Bir başka önemli husus ise, Merkez Efendi'nin çağdaşlarının yazdığı ve kendisinin de tercüme-i hali bulunan Şakayık-ı Numaniye, Lemazat-ı Hulviye, Tezkire-i Halvetiye gibi biyografilerde ne mesirden, ne yukarıdaki herhangi bir hikayeden bahsedilmektedir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde ise, Hafsa Sultan Bimarhanesinde, macun yapıldığından tek cümleyle bahsedilmiştir. Bu da demek oluyor ki, 1 asır sonra bile mesir macunu şenlikleri sözkonusu değildi.
Arşiv vesikalarından birinde ise, mezkur macununun haksız şekilde dağıtıldığı, bazı kimselere fazla verilip, bazılarına hiç verilmediğine dair bir şikayet ve bununla ilgili alınan tedbirler yer almakta. Bu da bir yüzyıl sonrasına ait. Yine Nevruz törenleri zikredilmemiştir. Bu kaynak bize, o dönemde macunun bimarhanede yapılıp dağıtıldığına dair ipuçları vermekte. Ki zaten Evliya Çelebi de bunu belirtmişti.
1890 yılına ait Aydın Vilayet Salnamesi'nde ise, Merkez Efendi'nin halkı o civarda iskana teşvik için tabhanede 41 çeşit bitkiden oluşan bir macun imal ettiği ve Nevruz'da Sultan Camii türbesinden saçtırmayı adet edindiği ifadesi yer almakta.
Camiin yapıldığı 1522 yılında, Manisa halkı Spil dağı yamaçlarındaki bir sur'un içinde oturmaktaydı. Külliye ise boş ve geniş bir araziye yapılmıştı. Dolayısıyla etrafda pek kimse oturmuyordu. Merkez Efendi'nin buraya rağbeti arttırmak için böyle bir teşebbüste bulunduğu varsayılsa bile, yukarıda bahsedilen kaynakların hiç birinde yer almayıp, bu kadar geç bir kaynakta bahsedilmiş olması, iddiayı pek de kuvvetlendirmemekte.
Gelelim mesir macununa. Macun yapma geleneği çok eski asırlara kadar dayanmaktadır. M.Ö. 120-63 yılları arasında yaşamış Pontus Kralının zehirlenmesi üzerine bir panzehir olarak kullanılmaya başlanan “tiryak” (theriake) daha sonra doğu ve batı dünyasında çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılır olmuştu. 16. yüzyılda Türkiye topraklarına girip “mesir” ismini aldığı iddia edilmektedir.
Hatta Osmanlı zamanında Tiryakiler Çarşısı diye çarşıların olduğunu da biliyoruz.
Evliya Çelebi, kendi asrında İstanbul'da 300 adet macuncu esnafının varlığından söz eder.
Bugün Manisa halkının inandığı, yılan ve akrep gibi zehirli hayvanlar tarafından ısırılmaya mani olan Mesir Macununun şöhreti, geçmişte panzehir olarak kullanılan ve bugün bir tür uyuşturucu olarak düşünebileceğimiz Tiryak'e dayanmaktadır.
Yani gerçeklik payı bulunan yanlışlar zinciri bize gösteriyor ki Manisa Bimarhanesi'nde macun yapılmaktaydı. Bunu belki, önceleri Merkez Efendi külliyenin tabhanesinde, halkı civara çekmek için yapmış ve sonra bimarhanede de aynı macun yapılmaya devam etmişti. Fakat, kendisini anlatan biyografilerde bu kaydın yer almaması, Merkez Efendi'yi konunun tamamen dışında bırakmakta.
Bu macunlar değişik terkiplerle yapıldığına göre, belki içlerinden biri zehirlenmelere karşı ilaçtı. Halkın inanışı da buna dayanmaktaydı.
Egzantrik şeylerde şifa aramaya alışkın ve hevesli olan halkımız arasında bu macun meşhur oldu. Ya da belki, zeki ve işbilir bazı tüccarlarca, Manisa'ya canlılık katmak ve Nevruz şenlikleriyle ticareti artırmak için reklamı iyi yapılmış ve sonraki asırlarda meşhur ve efsanevi bir şifa kaynağı halini almıştı.
Sultan Camii, Kanuni S. S.'ın annesi Hafsa Sultan tarafından 1522 tarihinde yaptırılmıştı. Cami, imaret ve hangah'ı yaptıran Hafsa Sultan, burada hem hangahı yönetmesi hem de dini bir atmosfer oluşması için Sümbül Sinan Hz.lerinden bir talebesini göndermesini rica eder. Bunun üzerine Merkez Efendi Manisa'ya gider ve burada hizmet etmeye başlar.
Hikayenin bundan sonrasında halk arasında yaygınlaşan bir çok eklemeler vardır.
Şimdi bunlardan bahsedelim:
Hafsa Sultan, bu eserlerinin yanında bir de bimarhane yaptırır. Merkez Efendi bimarhanenin başına getirilir. Hafsa Sultan amansız bir hastalığa yakalanınca, Merkez Efendi, darüşşifadaki delilerle 41 çeşit baharattan oluşan bir macun hazırlar. Macunu yiyen Hafsa Sultan, şifa bulur.
Artık o günden sonra mesir meşhur olur. Her türlü hastalığa devasının yanında, yılan akrep gibi hayvanların sokmasına da mani olmaktadır.
Bu şekilde şöhret bulan hikaye, dilden dile yayılır. İnsanlar, Nevruz günlerinde, civar şehirlerden Manisa'ya gelip macundan kapma telaşına düşer.
Şimdi gelelim işin aslına:
Manisa Hafsa Sultan Bimarhanesi, her ne kadar Hafsa Sultan adıyla anılsa da, kendisinin vefatından sonra Sultan külliyesine bir ilave olarak Kanuni tarafından yaptırılmıştır. Merkez Efendi ise, bimarhanenin inşasından on yıl önce, hocasının vefatı üzerine İstanbul'a gitmiştir.
Dolayısıyla, Hafsa Sultan'a, delilerle birlikte mesir macunu hazırlamış olması gibi bir durum söz konusu değildir.
Zaten daha önce de belirttiğim gibi, bimarhane, delilerin tedavi gördükleri yer değildir. Nitekim, Hafsa Sultan Bimarhanesinin vakfiyesinden de buranın her türlü hastanın tedavi edildiği bir hastane olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer yandan arşiv belgeleri, hastane kadrosunda Merkez Efendinin yer aldığını göstermemektedir.
Bir başka önemli husus ise, Merkez Efendi'nin çağdaşlarının yazdığı ve kendisinin de tercüme-i hali bulunan Şakayık-ı Numaniye, Lemazat-ı Hulviye, Tezkire-i Halvetiye gibi biyografilerde ne mesirden, ne yukarıdaki herhangi bir hikayeden bahsedilmektedir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde ise, Hafsa Sultan Bimarhanesinde, macun yapıldığından tek cümleyle bahsedilmiştir. Bu da demek oluyor ki, 1 asır sonra bile mesir macunu şenlikleri sözkonusu değildi.
Arşiv vesikalarından birinde ise, mezkur macununun haksız şekilde dağıtıldığı, bazı kimselere fazla verilip, bazılarına hiç verilmediğine dair bir şikayet ve bununla ilgili alınan tedbirler yer almakta. Bu da bir yüzyıl sonrasına ait. Yine Nevruz törenleri zikredilmemiştir. Bu kaynak bize, o dönemde macunun bimarhanede yapılıp dağıtıldığına dair ipuçları vermekte. Ki zaten Evliya Çelebi de bunu belirtmişti.
1890 yılına ait Aydın Vilayet Salnamesi'nde ise, Merkez Efendi'nin halkı o civarda iskana teşvik için tabhanede 41 çeşit bitkiden oluşan bir macun imal ettiği ve Nevruz'da Sultan Camii türbesinden saçtırmayı adet edindiği ifadesi yer almakta.
Camiin yapıldığı 1522 yılında, Manisa halkı Spil dağı yamaçlarındaki bir sur'un içinde oturmaktaydı. Külliye ise boş ve geniş bir araziye yapılmıştı. Dolayısıyla etrafda pek kimse oturmuyordu. Merkez Efendi'nin buraya rağbeti arttırmak için böyle bir teşebbüste bulunduğu varsayılsa bile, yukarıda bahsedilen kaynakların hiç birinde yer almayıp, bu kadar geç bir kaynakta bahsedilmiş olması, iddiayı pek de kuvvetlendirmemekte.
Gelelim mesir macununa. Macun yapma geleneği çok eski asırlara kadar dayanmaktadır. M.Ö. 120-63 yılları arasında yaşamış Pontus Kralının zehirlenmesi üzerine bir panzehir olarak kullanılmaya başlanan “tiryak” (theriake) daha sonra doğu ve batı dünyasında çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılır olmuştu. 16. yüzyılda Türkiye topraklarına girip “mesir” ismini aldığı iddia edilmektedir.
Hatta Osmanlı zamanında Tiryakiler Çarşısı diye çarşıların olduğunu da biliyoruz.
Evliya Çelebi, kendi asrında İstanbul'da 300 adet macuncu esnafının varlığından söz eder.
Bugün Manisa halkının inandığı, yılan ve akrep gibi zehirli hayvanlar tarafından ısırılmaya mani olan Mesir Macununun şöhreti, geçmişte panzehir olarak kullanılan ve bugün bir tür uyuşturucu olarak düşünebileceğimiz Tiryak'e dayanmaktadır.
Yani gerçeklik payı bulunan yanlışlar zinciri bize gösteriyor ki Manisa Bimarhanesi'nde macun yapılmaktaydı. Bunu belki, önceleri Merkez Efendi külliyenin tabhanesinde, halkı civara çekmek için yapmış ve sonra bimarhanede de aynı macun yapılmaya devam etmişti. Fakat, kendisini anlatan biyografilerde bu kaydın yer almaması, Merkez Efendi'yi konunun tamamen dışında bırakmakta.
Bu macunlar değişik terkiplerle yapıldığına göre, belki içlerinden biri zehirlenmelere karşı ilaçtı. Halkın inanışı da buna dayanmaktaydı.
Egzantrik şeylerde şifa aramaya alışkın ve hevesli olan halkımız arasında bu macun meşhur oldu. Ya da belki, zeki ve işbilir bazı tüccarlarca, Manisa'ya canlılık katmak ve Nevruz şenlikleriyle ticareti artırmak için reklamı iyi yapılmış ve sonraki asırlarda meşhur ve efsanevi bir şifa kaynağı halini almıştı.
Pazartesi, Mayıs 04, 2009
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)