Senin hâl-i ızârından nişân anberde kalmışdır
Benim sûz-ı derûnumdan eser micmerde kalmışdır
(Sevgili) senin yanağının duruşundan anber nişan (olarak) kalmıştır.
Benim yanan gönlümden eser (ise) micmer (buhurdan) kalmıştır.
Anber, görüntüsü itibariyle ben'e benzetilir. Yani sevgilinin yanağından insanlığa bir nişan olarak anber kalmıştır. Anber, nadir bulunan bir şeydir ki, balığın karnında oluşur. Kokusunun güzelliğinden başka, tıpta da kullanılmaktadır.
Buhurdan, içersinde tütsü yakılarak etrafa hoş kokular yayan bir nesnedir. Böylece şair, gönlünün yanmasından eser olarak insanlığa "buhurdan" kaldığını söylerken, anberle de bağlantı kurmuş.
Ararlar nüsha-i adli gezerler câbecâ ammâ
O nüsha var ise sandûk-ı İskender'de kalmışdır
Pekçok yerleri gezerler adalet sayfasını ararlara ama
O sayfa var ise İskender'in sandığında kalmıştır.
İskender de dünyayı gezmiş, fakat adaletin, şecaatin timsali olmuştur. Eğer adalet denilen bir nesne kaldıysa, o da İskender'in hazineleri arasında bir defineye dönüşmüştür.
Denîler bozdular bikr-i nizâm-ı âlemi şimdi
Nizâm ancak efendi sûret-i defterde kalmıştır.
Soysuzlar bozulmamış alemin nizamını bozdular, şimdi
efendi, nizam ancak defter üstünde kalmıştır.
"efendi" diye hitap ettiği kişi, sancaklarda veya merkezde, hukuki meselelerle ilgilenen, davalara bakan kadılar veya ulemaya mensup kişidir. Gün görmüş, mürekkep yalamış, devlet kademesinde de görev alan kişilerdir. Yani alelade bir ademoğlu değildir.
Şair, nizam denilen şeyin, kanunların yazıldığı defterlerde kaldığını, görünüşten ibaret olduğunu dile getirirken, adlî muemelatın da bozulduğuna işaret etmiştir. Bir önceki beyitteki "soysuzlar"la bağlantı kuracak olursak, devlet nizamını, yine soysuz devlet adamlarının bozduğu atfında bulunulmuş.
Müheyyâ bezm-i işret bir kadehle al elim sâkî
Benimle yâr beyninde heman bir perde kalmıştır
Bir kadehle hazırlanan içki meclisini dağıt sâkî (içki sunan kişi)
Sevgilimle aramda sadece bir perde kalmıştır
Şaraptan bir kadeh içince, sevgiliyle aramdaki bütün perdeler kalktı. Bu aşıklar meclisini dağıt ki saki, o son perde kalkacakken kimse kalmasın yanımızda.
Yani şair, sevgilisinin mahremiyetine de sahip çıkıyor.
N'ola hayrân olursam rûz u şeb âyine-veş Vâsıf
Hayâl-i akl u fikrim sûret-i dilberde kalmışdır
Ne olurdu ayna gibi hayran olursam gece ve gündüz Vasıf
Akıl ve fikrimin hayali sevgilinin güzelliğinde kalmıştır
Ayna, sevgilinin saçını taradığı, kendisine seyrettiği bir cisimdir. Ve yine o ayna, sevgilinin güzelliğine hayran kalır. Ayrıca aynanın arka yüzü karanlıktır. Böylece iki yanı gece ve gündüze teşbih edilir ki, gece ve gündüz sevgiliyi hayranlıkla seyreden de aynadır. Şair, bu mısrayla aynaya öykünmüş. Onun gibi olabilmek istemiş.
Zira aklı da fikri de sevgilinin suretinde kalmıştır. Bu son beyitle şair, üstte bahsettiği olumsuzluklara rağmen, kendinin ne alemde olduğunu da izhar etmiş oluyor.
Yani onca dert varken, onun âşık gönlü tek birşey ile efkarlanmaktadır.
Şair Vâsıf, "Enderunlu Vasıf" olarak bilinir. III. Selim döneminde yaşamış ve hicivleri yüzünden başı derde girmiş bir şairdir.
Şiirinde geçen "nizam-ı alem" tamlamasının, "Nizam-ı cedid"e benzerliği tesadüf olmasa gerek.
Bu dönemde Sultan Selim, devlet adamlarına layihalar hazırlatmıştır ki, bunlar nizamname hükmünde olan ıslahat projeleridir. Devletin hangi hususlarda inkıraza uğradığı ve bununla ilgili neler yapılabilir'in "nüsha"ları idi bu layihalar.
Şiirin içersinde geçen, "soysuzlar, efendi, nüsha-i adl, suret-i defter" gibi kelimeler, hep kendi devri içersinde gelişen hadiselere atıflar şeklindedir.
Vasıf, divan şiirinde mahallileşme ekolünün bir devamı olan şiirlerinde, diğer divan şairlerine nazaran daha kaba ve alaycı tavrıyla dikkati çeker. Üstteki şiirinde de aynı havayı görmek mümkün. Sevgiliyle başladığı şiire hicivler sıkıştırıp, yine sevgiliyle bitirip "adam sendeci" tavrına geri dönmeyi ihmal etmemiş bir şair. Zaman zaman edep sınırlarını zorlayan şiirleri de olmuş. Taklitten sakınmamış, çizilen sınırların dışına taşmış, ama bütün bu yönleriyle orjinal olmayı başarmıştır.
Divan şiirinin, dünyevi mesajlardan çok ruha-gönle hitap eden fonksiyonundan çıkıp, biraz daha kendi devrinin sorunlarıyla ilgilenen bir hale bürünmesinde kerte olduğunu söyleyebiliriz ki genellikle edebiyatçılarca, edebi yönü ağır eleştirilere mâruz bırakılıp, bu yönünden fazla bahsedilmez.
Zaten ondan sonra Namık Kemaller, Ziya Paşalar gelecektir.
2 yorum:
birileri mesleğimizi elimziden alıyor, cıksss!
:)
Oooo kimleri görüyorum. Sevgili muhtereme edebiyatçımız. Şerepyab olduk.
Edebiyatçılar dedik kulaklarınızı çınlattık galiba.
Mesleğinizi elinizden almak ne haddimize, tarihçi olarak bakmaya çalıştık sadece. :)
Yorum Gönder