Sayfalar

Perşembe, Ağustos 27, 2009

Hayırlı Ramazanlar/mahya nedir?



Mahya, Farsça “mâh”, yani “ay” kelimesinden gelir. “Ay’a özgü” demektir. Yazılışından dolayı “mahiye” veya “mahiyya” diye de okunur.
Eskiden mahya, camilerin minareleri arasına gerilen iplere kandiller asılmak suretiyle hazırlanırdı. Elbette bu kandiller, kandil yağına batırılmış ipin tutuşturulmasıyla yanardı. Yani sadece mahyayı yapmak değil, uygun bir düzeneği hazırlayı;p, yakmak ve nihayet minarelere germek de marifettendi. Bir de buna eskiden Latin değil Arap harflerinin kullanıldığını da eklersek zorluk derecesini anlamış oluruz.
Mahya seyretmek Ramazan eğlencelerinden biriydi diyebiliriz. Zira mahyacılar maharet ve ustalıklarına göre çeşitli yazı ve şekillerle minareleri donatırlardı. Öyle ki teravih namazından önce bir yazı varsa, namazdan çıkıldığında farklı bir yazıyla karşılaşılırdı.
Minarelerin mahyayla süslenmesi 1723 yılında gelenek halini alarak günümüze kadar ulaşmıştır. O yıl, mahya taşımaya tahammülü olmayan kısa boylu Eyüb Camii minâreleri yerine, ikişer şerefeli uzun minâreler inşâ edilmişti.
Ramazanın ilk günleri “Hoş geldin”lerle karşılanırken, birbirinden güzel vecizeler, hadisler, mahyacıların maharetli elleriyle minareleri süslerdi. Bu, hem oruç tutan kişinin motivasyonunu, hem de oruç ayının huşu dolu havasını arttırması açısından güzel bir yöntemdi. Son günlerde ise “elveda, el-firak” yazılı mahyalarla on iki ayın sultanına veda edilirdi.
Mahyalarla ilgili bir diğer bilinmesi gerekense, Osmanlı zamanında iki veya daha çok minareli camileri sadece padişah âilesinin yaptırabilmesidir. Diğerleri tek minareli olmak zorundaydı. Yani mahya, sadece hânedâna ait olan ve “selatin” yani “sultanlar” ismi verilen camilere kurulabilmekteydi.

3 yorum:

cenkunal dedi ki...

Bu bilgi için teşekkürler.
Ama minare sayısıyla hanedan irtibatını ilk kez okudum burdan.
Kaynağı nedir acaba?

Mihman dedi ki...

bu çok genel bir bilgidir aslında. mimari tarihiyle ilgili herhangi bir kitaptan ulaşabilirsiniz.
fakat buna hiç de gerek yok. çünkü camileri şöyle bir incelediğinizde, iki veya daha çok minareli camilerin padişahlar veya padişah anneleri tarafından yaptırıldığını göreceksiniz.
örnek verelim:

süleymaniye
selimiye
sultanahmet
bayezit
laleli
nusretiye
yenicami (valide sultan camiidir)

diğer bütün camiler, kim tarafından yaptırılırsa veya ne kadar heybetli olursa olsun tek minarelidir.
bunlara en güzel örneklerse:

piyale paşa
kılıç ali paşa
sokullu mehmet paşa
rüstem paşa

aklıma gelen ilk örnekler.

Mustafâ Râvî dedi ki...

Osmanlı Devleti'nde, devletin bütünlüğü için sultan ve ailesi adeta yarı-kutsal sayılırdı. Her şey hanedanın etrafında dönerdi ve onlara rakib âilelerin çıkması sadece kendilerince değil, devlet erkânının içindeki hiç kimse tarafından istenmezdi. Çünkü böyle bir rekabet, iç çatışma demekti. Âsâyişin hepten elde gitmesi demekti. Devletin güçten düşmesi, kaos ve hatta istilâya uğramak demekti. O yüzden, onların diğer insanlardan farkını her yerde ortaya koymak gerekiyordu. Birden çok minareyi sadece sultanın ve annelerinin ve galiba hanımlarının yaptırabilmesi işte bundandı, diye biliyorum ben bu meseleyi.