İncesaz'da Eski Nisan, kavaklar yellenir başım üzre. Saçlarımı topladım. Aldanmak iyi gelir rüzgarın ismi çoktan konulmuşsa.
Yafta, kendi hali içre düşer sağa sola.
Bulaşır ellerime, garip renkler. Dal sallanır.
Ben seçmedim sevdalı türküler.
Plastik maşrabalara ekilen fesleğenler koktu ilkin. Başka bir dal sallandı.
Sonra labirentin en çoğulundaki trafik levhası "tek yön, tek yön" diye diye yedi olurların mu'tedil tarafını.
Güneş bir türlü batmıyordu anladım.
Mevzilendim ufuk çizgisine ki o da yoktur aslında.
Boş damacana, kırık şarap şişeleri, naylon çiçek..
Bulutlarla çizilen tabloların devrilen şövalesi.
Dağılan birşey yoktur ki yağar yağmur, başka bir hayal karşılar seğiren dimağını.
Savunmayı bilmeyen değil, inatla tutunamayan yanlarımdır uçurumun dibinde.
Gözlerimin ışığa kapanışındandır umudu ıskalamam.
Gözlüğümün karartısıdır, neon lambalarına caka satan, cesaret değil.
Satırlarıma balmumu bulaştıran musahhihe yol verdim. Sathımı arıyorum.
Bacaklarıma gelse a derman.
Bir doğrulsam, dal kırılır, sürtünür fesleğenlere kızların etekleri.
Tekerrür etme gel, gün başka gündür.
Ben seçmedim sevdalı türküler..
Pazartesi, Mayıs 29, 2006
Cumartesi, Mayıs 20, 2006
Öldüğüm Şehir.. IV
Dün, kapında koca bir mâzîdir; estirir kimi zaman zafer rüzgârlarını, işgallerini hatırladıkça sarılır hüzne bazan. Rûhânîlerin vecde salarken zerre zerre mekânı, günâhın zilleti karış karış gezse de sokaklarını; bu kokan amberdir sanki yine de, abîrdir, misktir mâzîden esen; bu derûnî hissiyât aşktır Şehr-i İstanbul, muhabbettir, ve bazan mâlihulyâdır....
Dün, kevkebân gibi kaç sene sonra bile nûr saçar gönüllere. Hangi birini ifşâ etsem yeridir, kınından çıkmış kılınçları mı, ulemânı mı, şuarânı mı, zariflerini mi... Fukarân bile bir başka değil miydi senin, gariplerinin dahî derdini soran nice sâhiplerin vardı...
Vakfiyelerini okusam Ey Şehir, İnsan Hakları Bildirisi diye neşredilir âlemde; sayayım mı tek tek hayrâtını, imaretlerini, vakıflarını, külliyâtını...
Ma’mûrsun, seni zemm edenler hala dünden kalanlarla geçinir.
Mağrursun, ki dimdik ayakta dünden kalanların bin bir yağmadan sonra.
Dünde kalanlarına âşık gönüller ise, hasret kalanlarındır dün’e, gönlünün bir köşesinden...
Gün, hayattır senle berâber; “vâh” da olur nefeslerde ân kadar uzatılan, dört elif miktârı “âh” da olur gariplerin dilinde. Siftâhını bekleyen esnâfın, yollarına umut serip dinler tik-taklarını gelip geçenin; hamalının derdi küfesinden ağırdır ve yine işsizi de itimât eder sendeki azâmete, dertlisi de dertsizi de. Arlısı-arsızı, hırlısı-hırsızı, zengini-fakiri, ne kadar kul varsa bağrında, senden ana şefkati bekler, medet umarlar da Şehr-i Güzînim, altın diye yontarlar da her köşeni, yenilince nefislerine, “koca şeher yuttu bizi, zalım oldu ezdi bizi” der, sende bulurlar yine kabahatleri....
Nebâhat sende oysa, güzellik, letâfet sende, fesâhat bile sende, ve müjdeler, müjdelenmişler de sendeyken, metihler sana lâyıkken ve methedilmişlere mihmân-hâne iken toprağın, vebâlini sana yıkar günâhkâr bedenler, hatâlarının zelîl çığlıkları sessizliğinde kaybolur ve sen sükûtunla tevâzuu bile kapında kul edersin...
Gün, nefes nefes ma’nâdır sana meftûn olanlara, adım adım tefekkürdür, rızka kanâattir alındaki terlerde; tevekküldür kazaya, kadere; hayra şükür, şerre sabır ekmektir onların harcı..
Gün o gündür ki Şehr-i Mütefekkir; ân’ı kâr bilmektir gâyelere yürürken ve ân-be-ân gayret etmektir son ân’a ilerlerken. Bu yüzdendir ki, senin gibidir sırra erenler, ki içleri Hâkk, dışları halk iledir her vakit:
İçerden âşinâ ol, dışdan yabancı,
Az bulunur cihânda bu yürüyüş
İstikbâli, ipekten bohçalarla taşırsın Şehr-i İstanbul, sarıp sarmalamışsın sanki ümitleri, niyazları, özlemleri... Sende; vuslatına ermeyi murâd ettikleri sevdâlarının, bilmedikleri o mes’ûd ânını istikbâle yüklemeye âşinâdır Mecnunlar...
Hâl tevekkül, kâl tevekkül, istikbâl dahî tevekküldür seninle. Sen ki, kaç asır beklemedin mi müjdelenmiş kumandânı kapında, sen ki beklemektesin hâlâ Muhtedî Mâbedinin aydınlık gününü; istikbâle sabır tohumları serpersin, sabrettin ve sabretmektesin yine şu bedbaht hâlimize...
İstikbâl, ümit yoludur gayretle seyredilen... Sana meyleden gönüllerin seyri hep senden geçer; ümitleri sende, gayretleri senledir, yolları dahî hep sana çıkar bu yüzden... Hani dardır ya sokak araların, karmaşıktır, karanlıktır bazan, yine de niyet ettiği yere ulaşır ya yolcu.... Niyetler istikbâlse, yollar gayret yüklüyse bazan dar, karanlık ve karmaşık, senle yolcular eriyorsa vuslata, ben, yine sende bulmak isterim ümitlerimi....
Dün, her geçen gün uzaklaşıyorsa günden; yarın, dünden yakınsa eğer güne ve bu son günümse belki de, bil ki öyleyse şehir; ben sende dün’e hasret, gün’e kanâat, yarınlara ümit ektim. Ve mâdem dün sende öldüm, hasretim hâlâ ölüme. Ölüyorsam bugün, kanâatim sende ölüyor olmamdandır. İstikbâl yine ölüm takdîm edecekse eğer, ben, sende tekrar tekrar ölmeyi ümit ediyorum öyleyse....
MİMAR SİNAN'ı Yorumlamak/Panel
BİSAV Türkiyat Araştırmaları Mer. tarafından 27 Mayıs'ta gerçekleşecek olan MİMAR SİNAN'ı Yorumlamak isimli panele Turgut Cansever, Uğur Tanyeli ve Ömer Uluç konuşmacı olarak katılacaklar.
Saat: 14:00
Yer: Vefa Salonu
Bilim ve Sanat Vakfı
Vefa Caddesi Süleymaniye
Saat: 14:00
Yer: Vefa Salonu
Bilim ve Sanat Vakfı
Vefa Caddesi Süleymaniye
Cumartesi, Mayıs 13, 2006
teşrih-i rezâil ve teşhîr-i erâzil/veya hiciv
Son zamanlarda diyeceğim ama, son zamanlarda daha bir artış gösteren mi demeli aslında, içten içe dalga geçer ve adam sendeci bir tavırla, argoların da kullanıldığı(bilmem anlatabildim mi) hicivlerle karşılaşıyorum.
Keyifli oluyor bu yazılar.
Mesela şöyle veya böyle bir yazı gibi..
bu dergiyi de unutmamak lazım..
Keyifli oluyor bu yazılar.
Mesela şöyle veya böyle bir yazı gibi..
bu dergiyi de unutmamak lazım..
Erguvan Sergisi
Türk ve İslam Eserleri Müzesinde açılan "Erguvan` Katı, Resim, Minyatür, Tezhip Sergisi"ni gezmenizi tavsiye ederim.
Sergide eserleri bulunan sanatkarlar:
A.Süheyl Ünver - Ahmet Yakupoğlu, Gülbin Mesera - Dürdane Ünver, Nusret Çolpan - Mamure Öz, Müjgan Başköylü - Hülya Yazatası, Feyyaz Oyat - M. Özlem Arslan, Dilek Çalış - Esma N.Akoğlu, Emel Nurhan Ogün - Betül Aydıner Chacko, Serap Bostancı Tuluk - Arzu Uzunosman, Esra Elitaş - Füsun Köşklü
Hamiş:
Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Sultanahmet Camiinin hemen karşısında, eski ismiyle İbrahim Paşa Sarayı.
Sergi 24 Mayısta kapanıyor.
15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali Başladı..
Festival Aya İrini'de düzenlenen açılış töreniyle başlamış:
Haber için burayı:
http://www.iksv.org/tiyatro/tiyatro.asp?cid=34
Festival programı için burayı:
http://www.biletix.com/iksv/15tiyatrofest/icerik2.php
Bilet almak için burayı:
http://www.biletix.com
tıklayalım..
Haber için burayı:
http://www.iksv.org/tiyatro/tiyatro.asp?cid=34
Festival programı için burayı:
http://www.biletix.com/iksv/15tiyatrofest/icerik2.php
Bilet almak için burayı:
http://www.biletix.com
tıklayalım..
Pazartesi, Mayıs 08, 2006
Tek cümle..
- Lakin hiç olmazsa sen de gafil olduğunu tahattur et! Hele çekil ki ruhumu dinleyeceğim!
(Recaizade Mahmut Ekrem - Tefekkür)
(Recaizade Mahmut Ekrem - Tefekkür)
Bir Gelir, Bir Gelmez
Yolda gördüm yâri sermest ü çemân olmuş gelir
Tab’-ı meyle hânümân-sûz-ı cihân olmuş gelir
(Riyâzî)
Hayâlinden gelir gam hâtıra cânâneden gelmez
Sitem hep âşinâlardan gelir bîgâneden gelmez
(Nâbî)
Tab’-ı meyle hânümân-sûz-ı cihân olmuş gelir
(Riyâzî)
Hayâlinden gelir gam hâtıra cânâneden gelmez
Sitem hep âşinâlardan gelir bîgâneden gelmez
(Nâbî)
Cuma, Mayıs 05, 2006
İntihar..
en büyük özgürlük ölmekmiş deniyor
sakın ha adamı boğuntuya getirirler
ölmek kolay karanlığın arkası görünmüyor
hem yaşamak üzerine aynı şeyi dediler
hepimiz en azından kendimize mahkumu
Atilla İlhan
Satranç gibi bir kitabı yazan Zweig nasıl olur da intihar eder dedi Erguvani.
Hamiş'te bunu bir miktar dile getirmiştim aslında.
II. Dünya Savaşı esnasında Avrupa'da yaşayan Yahudi bilimadamları, yazarlar hergün ölümle burun buruna, sefalet ve soydaşlarının kamplardaki akıbetlerini düşünerek sürdürdüler hayatlarını. Böyle bir hayatı devam ettirmek oldukça külfetliydi. Karamsarlık, karanlık günler ve hergün kapıyı çalma ihtimali olan ölüm.
Zaten Zweig'in son sözleri herşeyi açıklıyor:
"Bütün dostlarımı selamlarım. Umarım, uzun gecenin ardından gelecek sabahın kızıllığını hâkî görebilirler. Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum."
Karanlık ve uzun geceler olsa da hala güzel günler için ümitvar ve o günleri beklemeyip kendi revan olan bir insan. Bu sözler hal-i pür-melalilini izah etmekte.
Bizde "intihar" kelimesi ilk olarak Tanzimat döneminde, Batı dillerinden yapılan tercümeleri karşılayabilmek için kullanılmış. Arapça "nahr" (kurban kesmek) kelimesinden naşi, kendi kendini öldürme anlamını taşır.
Latince "sui homicido" veya "sui ipisus homicidum" kökünden gelen ve bugün bütün Avrupa dillerinde kullanılan "suicide" kelimesi ilk olarak 1643'de kitaplarda yerini almış.
Shakespeare'in eserlerinde elliden fazla karakter intihar etmiştir.
Ortaçağda intihar ve cinayet aynı fiille ifade edilirdi. O dönemde intihar cinayet olarak görüldüğünden, kendini öldüren kişinin cesetine başını kesmek, vücudunu yakmak gibi, ikinci bir idam metodu uygulanırdı.
II.Dünya Savaşı dönemi müntehirlerinden biri, zaten böyle bir eğilimi olan Antonin Artaud'tur. Der ki:
"Eğer intihar edersem, bu kendimi yok etmek değil, kendimi yeniden geri getirmek olacaktır. intihar benim için, kendimi şiddetle yeniden ele geçirmek, varlığımı hayvanca yağmalamak, tanrının çizdiği yazgıyı boşa çıkartmak olacaktır. intiharla kendimi yeniden sunarım doğaya, ilk kez, istediğim gibi biçimlendirebilirim "şey"leri. kendimi benliğimle çok kötü bir şekilde uyan organlarımın koşullu tepkilerinden kurtarırım, böylece, öyle olduğunu düşündüğüm ve öyle düşündüğüm söylenilen yaşam, saçma bir rastlantı olmaktan çıkar benim için."
Son sözleriyse çarpıcı:
"Elbet yaşayacaktım, ama vücudum bana ihanet etti."
Bir diğer isim: Ernest Hemingway. Hayatın ne kadar boş olduğunu yazmıştı ve av tüfeğiyle hayatına son verdi.
Ünlü Rus Şairi Sergey A. Yesenin'in son sözleri şunlardı:
Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, konuşmadan
Hüzünlenme ve eğme kaşlarını, mutsuz,
Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm
Ama yaşamak da yeni sayılmaz kuşkusuz.
İntihar etmeyip, kitaplarındaki karakterlere dehşetli sonlar hazırlayan yazarlar da var. Bunların başında Shakespeare gelmekte. Mesela Romeo ve Juilet, Antony ve Cleopetra, Charmian gibi
Huzur romanında Suat'ın intiharı (Tanpınar'ın), Genç Werther'in Acıları'ndaki sonu (Goethe), Tutunamayanlar'da Selim Işık (Oğuz Atay), Peyami Safa'nın Sözde Kızlar'ında ismini hatırlayamadığım bir kadın siyanürlü intiharı..
Büyük roman yazarlarının en az bir tane dehşetli intihar sahnesi olmuş galiba.
Perşembe, Mayıs 04, 2006
Kendileri İle Savaşanlar
Stefan Zweig, üç ciltlik biyografi kitabının* Kendileri İle Savaşanlar isimli cildinde üç Alman yazardan bahseder:
Kleist, Nietzche, Hölderlin.
Oldukça güzel bir biyografik eser. İş Bankası yayınlarından çıkan kitabın
baskısı yok. Ben de fotokopisini yaptırttım.
Gürsel Aytaç da iyi tercüme etmiş. Şu anda Kleist'i okuyorum.
Mükemmelliyetçi bir adamın sona gidişi. İkiye bölünmüşlük gibi algılanan nefis ruh mücadelesinin bir örneği aslında:
"..Bir damla üşengeçlik, kayıtsızlık, çocukluk, dertsizlik olsa, tutkuları hapsedilmiş yırtıcı hayvanların kötü niyetli azgınlıklarını kaybederlerdi işte; ama o, duyguda en aşırıcı, en safa adamı, bir disiplin delisiydi, kendine karşı Prusya eğitimi uygulardı ve kendisiyle hep çelişme
halindeydi. İç dünyası, sanki bir yeraltı kafesiydi bastırılmış, ama dizginlenememiş arzuları barındıran, bu arzuları o kor demirle sertleşmiş bir iradeyle hep geri iterdi.
halindeydi. İç dünyası, sanki bir yeraltı kafesiydi bastırılmış, ama dizginlenememiş arzuları barındıran, bu arzuları o kor demirle sertleşmiş bir iradeyle hep geri iterdi.
..Kendi yarıları birbirine uymuyor ve durmadan birbirini kan revan içinde bırakıyordu: .. büyük hırsları vardı ve bunun yanı sıra sımsıkı bir emir bilinci, hırslarına göz yumamazdı. Kafası ideallik istiyordu, ama o bunu Hölderlin gibi dünyadan beklemiyordu: Kleist ahlakı başkaları için değil, yalnız kendisi için şart koşuyordu. Ve her şey gibi -her duygunun, her düşüncenin en korkunç abartmacısı- ahlakın bu gereklerini de abartıyordu: Donmuş biçimi bile kendine kor gibi ısıtarak tutkuya dönüştürdü. Dostları, kadınları, insanlar arasında hiç kimsenin ona yetmemesi, onu mahvetmezdi. Ama kendi kendine yetmemesi, kendini ne kadar kızgın olsa bile biçime sokamaması, işte bu, gururunu durmadan kırıyordu
* Diğer iki cilt
- Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski
- Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar: Stendhal, Tolstoy, Casanova
Hamiş
1- Kitabın ismini şu şekliyle daha doğru buldum: Kendi İçindeki Şeytanla Savaşanlar
* Diğer iki cilt
- Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski
- Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar: Stendhal, Tolstoy, Casanova
Hamiş
1- Kitabın ismini şu şekliyle daha doğru buldum: Kendi İçindeki Şeytanla Savaşanlar
2- Stefan Zweig bu adamın intihara giden hayatını yazmış yazmasına da kendisi de intihar etmiş. Son sözleriylse şöyle:
"Bütün dostlarımı selamlarım. Umarım, uzun gecenin ardından gelecek sabahın kızıllığını hâkî görebilirler. Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum."
Bunaltılı, karışık ve bilhassa Yahudi baskısının yoğun olduğu II. Dünya Savaşı devresinde intihar eden yazarlardan biri.
Salı, Mayıs 02, 2006
Bayanlar ve Baylar.. / Efendiler
Dil önemli bir kültür unsuru. Milletlerin inanışı, yaşayışı, hayata bakış açısı vs. hakkında ciddi manada ipuçları, hatta açık belgeler sunar bize.
Oldukça geniş bir konu bu. Benim değinmek istediğimse hitaplar.
Adet-i kadimdendir ki bizde isim unvandan önce gelir.
Mesela bir paşa (Mehmet Paşa), alim (Ebussuud Efendi), hanım sultan iseniz (Esma Sultan), ekabirdenseniz (Ahmet Bey) ya da esnafsanız (Ali Usta) ilh.. bu hiç değişmez. Her daim insan unsuru, sıfatından, mevkiinden, makamından önde tutulmuştur.
Asaletin kişinin hayat tarzını ve konumunu tamamen değiştirdiği Avrupa’da ise durum oldukça farklıydı:
Bir Frenk asilzâdesiyseniz ister kral olun (Kral Arthur), ister marki, kont, baron.. unvanınız her daim isminizden önce gelirdi.
Peki şimdilerde vaziyet nedir? Necip Fazıl bunu çok güzel dile getirmiş aslında:
“Benim adım Bay Necip, babamınki Fâzıl Bey.”
Bayanlar ve baylar olduk, hanım ve bey değiliz artık.
Dikkatimi çeken bir başka şey daha var: Efendi kelimesi.
Bilindiği gibi Efendilik Osmanlıda bir unvandı. İstanbul efendisi, yeniçeri efendi gibi birkaç istisna dışında ulemaya verilirdi.
Peki şimdi kimlere efendi diyoruz?:
Kapıcı Hasan Efendi, Bakkal Hüseyin Efendi.
Bir hocamın şu sözünü unutmam:
“Hademeyi Şeref Efendi diye çağırıyorum. Ama kendisine Şeref Bey demiş olsam, büyük bir iltifat ettiğimi düşünecek.”
Bir zamanlar memleketin ilmî seviyesi en yüksek kişilerine atfedilen efendiliği, şimdilerde cahil olarak addettiğimiz kimselere yakıştırıyoruz. Çok mu septik bir bakış açısı bilmiyorum ama; nedense ben bunda bir kompleks, bir kasıt olduğunu düşünüyorum.
Berceste:
Âheng-i âhı durma heman eyle ey gönül
Sâz ü nevâ-yı aşka münâsib hevâ budur
Bâkî kelâmı cümleden a’lâ edâ eder
Hakk-ı suhanda hâsıl efendi edâ budur
Oldukça geniş bir konu bu. Benim değinmek istediğimse hitaplar.
Adet-i kadimdendir ki bizde isim unvandan önce gelir.
Mesela bir paşa (Mehmet Paşa), alim (Ebussuud Efendi), hanım sultan iseniz (Esma Sultan), ekabirdenseniz (Ahmet Bey) ya da esnafsanız (Ali Usta) ilh.. bu hiç değişmez. Her daim insan unsuru, sıfatından, mevkiinden, makamından önde tutulmuştur.
Asaletin kişinin hayat tarzını ve konumunu tamamen değiştirdiği Avrupa’da ise durum oldukça farklıydı:
Bir Frenk asilzâdesiyseniz ister kral olun (Kral Arthur), ister marki, kont, baron.. unvanınız her daim isminizden önce gelirdi.
Peki şimdilerde vaziyet nedir? Necip Fazıl bunu çok güzel dile getirmiş aslında:
“Benim adım Bay Necip, babamınki Fâzıl Bey.”
Bayanlar ve baylar olduk, hanım ve bey değiliz artık.
Dikkatimi çeken bir başka şey daha var: Efendi kelimesi.
Bilindiği gibi Efendilik Osmanlıda bir unvandı. İstanbul efendisi, yeniçeri efendi gibi birkaç istisna dışında ulemaya verilirdi.
Peki şimdi kimlere efendi diyoruz?:
Kapıcı Hasan Efendi, Bakkal Hüseyin Efendi.
Bir hocamın şu sözünü unutmam:
“Hademeyi Şeref Efendi diye çağırıyorum. Ama kendisine Şeref Bey demiş olsam, büyük bir iltifat ettiğimi düşünecek.”
Bir zamanlar memleketin ilmî seviyesi en yüksek kişilerine atfedilen efendiliği, şimdilerde cahil olarak addettiğimiz kimselere yakıştırıyoruz. Çok mu septik bir bakış açısı bilmiyorum ama; nedense ben bunda bir kompleks, bir kasıt olduğunu düşünüyorum.
Berceste:
Âheng-i âhı durma heman eyle ey gönül
Sâz ü nevâ-yı aşka münâsib hevâ budur
Bâkî kelâmı cümleden a’lâ edâ eder
Hakk-ı suhanda hâsıl efendi edâ budur
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)